Bu kavramı “şirket faaliyetinin devamlılığını sağlamak, ama bunu yaparken dünyamızın kısıtlı kaynaklarını çok verimli kullanmak” diye basite indirgedik. Ama sonra, aslında bu kadar basit olmadığını anladık. Pandemi sırasında ister hammadde ister komponent olsun, tedarik zinciri yönetiminin sürdürülebilirliğin ayrılmaz parçası olduğunu gördük. Pandemi sonrasında, iş yapış biçimimiz, yönetim ve liderlik anlayışımız değişti. “Yeni dünya düzeni demek ki buymuş” dedik.

Sürdürülebilirliğin bir adım ötesi gibi değerlendirilebilen “circular economy” kavramı, kurum, kuruluş ve nihayetinde devletlerin odağında yer almaya başladı.

Halbuki, yaşadıklarımız daha başlangıçmış! Rusya-Ukrayna geriliminin savaşa dönüşmesi küresel anlamda tüm boyutlarıyla hayatımızı yeniden altüst etti. Görünüşe göre, bu bile daha oyunun ilk perdesi, soğuk savaş dönemi geri geliyor belki! Savaşın nedenleriyle ilgili birçok gerçek, ondan çok daha fazla komplo teorisi var. Ama her ne olursa olsun, savaş kötüdür. Atatürk’ün dediği gibi, ulusun yaşam hakkı tehdit edilmediği sürece cinayettir.

Savaşın ilk gününden itibaren yaptırımlardan bahsedilmeye başlandı, uygulamaya koyulanlar var. Hatta, arkası gelecek gibi. Yani, yine “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”. Meğer, asıl “yeni dünya düzeni” buymuş.

Peki, girişte bahsettiğimiz sürdürülebilirlikle bunun ne ilgisi var?

İşin temeline inelim. Sürdürülebilirliğin İngilizcesi “sustainability”. Kökü “sustain”: sürdürmek, idame ettirmek. Bu kavram ekonomik anlamda şirketler üzerine kurulduysa da sosyal tüm katmanlara uygulamak gerek. Yani, birey, aile, her tür insan topluluğu, ekonomik birim, devletler ve tabii ki üzerinde yaşadığımız biricik dünyamız için geçerli.

Şimdi, Maslow’un meşhur hiyerarşisini, Rusya-Ukrayna savaşı, söz konusu yaptırımları ve sürdürülebilirliği bir araya getirelim. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini bireyler olduğu kadar, uluslara ve devletlere uygulayalım. Her devletin, tüm vatandaşlarının en temel ihtiyaçları olan yeme, içme, barınma, sağlık, güvenlik ve refahını sağlamak görevidir, değil mi? Dahası, bunun sürdürülebilir olması gerekir. Bir bakıma, içeride ve dışarıda olan bitenden bağımsız olarak kesintisiz biçimde ihtiyaçları karşılayacak alternatif çözümlere sahip olmalı veya üretebilmelidir.

Rusya-Ukrayna savaşıyla ortaya çıkan durumda, ürün, hizmet ve paranın serbest olarak hareket ettiği küresel ekonomide, örneğin Rusya ve Ukrayna için, yukarıda açıklanan anlamda “sürdürülebilirlik” nasıl mümkün olacak? Üç temel konuyu, ülkemizi da hesaba katarak inceleyelim.

  1. Hayatta kalmak için bir dilim ekmek, bir bardak suya ihtiyacımız var, değil mi? Bu tüm ulus için geçerli. Yani, tüm devletler/hükümetler vatandaşlarının en temel ihtiyacı olan bir dilim ekmek ve bir bardak suyu sağlamalı. Hele savaş halinde. Nitekim, Türkiye buğdayının çok büyük kısmını Ukrayna ve Rusya’dan ithal ederken ne yapacağız diye düşünmüyor muyuz? Su sorunumuz yok diyelim, peki buğday? Amerika’dan alırız. Fiyatı? Ya neredeyse tüm tarımsal ürünler için ithalata dayanıyorsak, mercimeği, nohudu bile ithal ediyorsak? Hayvanları besleyecek samanı bile? Gösterişli bilimsel veya ekonomik terimlere hiç gerek yok. “Sürdürülebilirlik” dediğimiz şeyin temeli bu değil mi? Yeni dünya düzeninde, tüm devletlerin mutlaka önlem alması gereken birincil sorun “tarım ve hayvancılık” olmayacak mı sizce?
  2. Yiyecek, içecek sorunumuz yok veya hallettik diyelim. En temel ikinci ihtiyacımız nedir? Barınma. Ardından, ısınma ve enerji. Yani evimizdeki elektrik ve ekonomik faaliyetlerin tamamının sürdürülebilmesi için enerji! Önce yine Türkiye’yi ele alalım. Zaten, enerji konusunda ezelden beri dışa bağımlıyız. Başta, Rusya olmak üzere. Hem ısınma hem de enerji ihtiyacımız için petrol/doğalgaz kullanıyoruz. Nitekim, sebebini bir kenara koyalım, daha geçen ay doğalgaz sıkıntısı yaşamadık mı? Şehirlerde elektrik kesintisi nedeniyle vatandaşlarımız can vermedi mi, üretim durmadı mı? Şimdi de petrol ve doğalgaz fiyatları sürekli tırmanırken birey olarak kara kara düşünüyoruz. Ülkemizin dış borcu da bu yüzden dolar bazında katlanarak artıyor. Daha farklı bir örnek: Avrupa’nın doğalgazının büyük kısmını kim karşılıyor? Rusya! Almanya’nın enerji ihtiyacının %50’sini (en az, iyimser bir değerlendirmeyle) Rus doğalgazı karşılıyor. Bu nedenle, Almanya yaptırımlar konusunda en başta biraz çekimser kalıp, sert hareket edemedi, değil mi? Rus banklarına SWIFT yasağı getirildi. Gazprombank hariç, şimdilik. Nedeni: petrol/doğalgaz alışverişi aksamasın. Ekolojik enerji konusunda dünya liderliğine soyunan, nükleer santralleri kapatıp, rüzgâr enerjisine milyarlarca Euro yatıran, dünyanın en sağlam ekonomisi Almanya! Yanlış anlaşılmasın, Almanya’nın durumu Türkiye ile kıyas kabul etmez tabii ki. Ancak, yeni dünya düzeninde enerji politikalarının da çok daha hızlı ve kalıcı bir biçimde çözülmesi, alternatif teknolojilere gereken teşvik ve desteklerin bir an önce verilmesi gerekmiyor mu? Örnek mi istiyorsunuz: 1) Güneş enerjisi: Libya ve Cezayir’de Sahra çölüne kurulacak bir güneş enerji santralinin fizibilitesi hazırlanmış. Tüm dünyanın enerji gereksinimini karşılayabilecek bir yatırım olacağı iddia ediliyor. Peki, kurulu düzen buna izin verir mi? Aramco, Chevron, BP, Shell, vs. sessizce sahneden çekilir mi? Rus devleri? 2) Hidrojen: yani bildiğimiz su! En iyi çözümlerden biri. Şu an teknolojisi hazır ve sürekli geliştiriliyor. Mevcut enerji santrallerinde, doğalgazla istenen oranda karıştırmak veya %100 hidrojen kullanmak mümkün. Japonya, Kore ve Avustralya ciddi teşvikler veriyor. Tam bir devrim aslında. “Decarbonization” tam da bu. Her ne kadar başlangıç yatırımı yüksek olsa ve önemli yasal düzenlemelere ihtiyaç duysa bile, enerji konusunda bağımsızlık açısından çok önemli bir seçenek.
  3. İhtiyaçlar hiyerarşisinde refahtan bahsettik. Malum, küresel dünyada en önemli şey para. Paranın serbestçe dolaşımı (tabii kurallar çerçevesinde) ticaretin temeli. Nitekim, Rusya’ya getirilen yaptırımların temeli parasal cezalandırmaya dayanıyor. Rusya’nın müthiş bir rezervi ve altın stokundan bahsediliyor. Ama dünyadan soyutlanmış bir devlet parasını nasıl kullanacak? Amaç Rus birey ve kurumları izole etmek. İran’a getirilen yaptırımlar da bu nedenle çok etkili olmuştu. Tabii, Rusya bir İran değil ve bazı çözümler var. Rusya ve Çin SWIFT’ten bağımsız birer sistem geliştirdiler. Bu ne kadar entegre olabilir bilinmiyor ama başka bir çözüm daha var: kriptoparalar! Şu anda isterse dünyadaki herkes kriptoparalar ile dilediği an ve yerde para transferi yapabiliyor. Rusya’nın çıkışının bu olabileceği endişesiyle AB ve ABD yetkilileri regülasyonlara hız verdiler. Ne olacağını kestirmek zor ancak şu kesin: çok uzun süredir küçümsenen, sırt çevrilen kripto/dijital paralar ve blokzincir teknolojisi, ekonomik düzenin temel parçalarından biri (hatta belkemiği) olacak. Yüzyıllardır dünyayı yöneten finansal sistem ve kurumlar için doğal olarak çok büyük bir tehdit.  Bu nedenle, perde arkasında devam eden bir çekişme mevcut. Yine de kriptopara ve blokzincir teknolojisi “yeni dünya düzeninde” ekonominin en kritik bileşeni gibi görünüyor. Ekonomik bağımsızlık için bu teknolojilere yapılan yatırım, teşvikler ve regülasyonlar devletlerin, özellikle Türkiye gibi ekonomik sorunlarla baş etmeye çalışan devletlerin mutlaka üzerine eğilmesi gerek alternatiflerden biri olmalı.

Konu sürdürülebilirlikti. Bireylerin, şirketlerin ve sonuçta ülke/devletlerin “sürdürülebilirliği”, içinde bulunduğumuz savaş ortamında farklı bir boyuta taşınıyor. Maalesef, “çevrimsel ekonomi” kapsamından çıkıp, ülkelerin varlığının sürdürülmesine dönüşüyor. En temel ihtiyacımız olan beslenmeden başlayıp, enerjiye ve oradan da ekonomik olarak sürdürülebilir bir geleceğe sahip olmaya evriliyor. Global ekonomide belki artık tam bağımsızlıktan bahsetmek mümkün olmayabilir. Ancak “yeni dünya düzeni” yukarıda saydığımız konularda mümkün olduğu kadar başarılı olan ülkelerle kurulacağa benziyor.