“Çeviklik” kavramının değeri, katkısı ve yararları on yıllardır dünyanın gündemindeydi. Ancak, özellikle pandeminin getirdiği küresel sosyo-ekonomik krizden sonra önemi bir kez daha arttı.
Herkes, belirsizliğin hâkim olduğu bu dönemde ancak çevik şirketlerin hayatta kalabileceğini idrak etti. Buraya kadar her şey normal ve doğru. Ancak, birçok yeni yönetsel yenilikte olduğu gibi çeviklik konusunda da dikkatli olmak gereken kritik bir konu var. Şirketler, işe yarayan bir yeniliğe “moda” muamelesi yapıyor maalesef. Daha önce benzerlerini ISO9000, süreç yönetimi, Toplam Kalite Hareketi vb. örneklerde gördüğümüz gibi, son derece faydalı bir metodolojiye ve tabii şirketlere yazık oluyor.
Daha açık söyleyelim: çeviklik, “herkes yapıyor biz de yapalım” denecek veya “patron/genel müdür istedi” diye uygulanacak bir şey değil. Hele “eğitim de aldık, takım da kurduk, haydi “çevik” olalım” gibi bir yaklaşımla bir yere varmak ancak hayal olabilir. Evet, abartıyorum, ama ana fikir belli: çeviklik basite alınacak bir konu değil.
Çeviklik, yukarıda bahsettiğim diğer örneklerde olduğu gibi, çok ciddi bir organizasyonel değişim aslında. Kuruluşun tamamında benimsenmesi gereken yeni bir iş yapış biçimi, radikal bir kültürel dönüşüm. O nedenle, özellikle üst düzey liderlerin bizzat, bilfiil önderlik etmesi, katkı ve destek sağlaması, dönüşüme kendilerinden başlaması, yani rol model olması belki de en önemli adımlardan birisi.
Sonrasında yapılacak birçok şey var mutlaka ama ilk adımı doğru atmazsak, tökezlemek işten değil!